Ana içeriğe atla

KAPADOKYA

1 Bu yazımda Kapadokya gezimden bahsetmek istiyorum. Kapadokya bir bölge ismidir ve 5 şehrimizi kapsar. Bunlar: Niğde, Kayseri, Nevşehir, Aksaray ve Kırşehir'dir. Bu büyük bölgeyi tur aracılığıyla 2 günde gezdik. Gezi boyunca her konuda en detayına kadar bilgisi olan tur rehberimizin eşliğinde çok güzel bir tatil geçirdim.
 
İlk olarak Ihlara Vadisine gittik. Bu vadi; nehrin uzun dağlar arasında menderes yapmasıyla oluşmuştur. Menderes sebebiyle de iki vadi arasında, aşağıda kalan geniş alan -bu alan dışında kalan yerler kurak- yemyeşil kalmıştır. Bu olaya mikroiklim adı verilmiştir.

Ihlara Vadisinde; Yılanlı Kilise, Ağaçaltı Kilisesi, Kırkdamaltı Kilisesi, Eğritaş Kilisesi gibi 6-7 tane kilise vardı ancak kısıtlı zamanımız yüzünden sadece Ağaçaltı Kilisesine girebilme şansımız oldu.



Aynı zamanda bu yazımda google dan bulmuş olduğum görselleri değil, kendi amatörce çekimlerimi koymak istedim. Çekmeden önce fark etmemiştim ama kilisenin içini çekmek yasakmış. Bu yüzden görevliyle aramızda çok da tatlı olmayan bir konuşma geçti. Bilerek yapmamıştım aslında...

Ihlara Vadisinde bulunan kiliselerin hepsi mağara şeklindedir. İçi hem doğal olaylar hem de insan eliyle dokunuşlar yapılarak oyulmuş mağaralardır.
 
Girdiğim tek kilise, Ağaçaltı Kilisesi hakkında konuşacak olursam, girişin hemen karşısında aslanla birlikte betimlenen Aziz Daniel adıyla da anılırmış. İçindeki resimlerin birçoğu silinmiş olsa da hala samanlarla yapılmış hristiyanlığa ait resimler bulunmaktadır. Taşların içine oyulmuştur. Yukarıya koymuş olduğum fotoğrafta da İsa’nın göğe yükselişi tasvir edilmektedir. Çizimleri nasıl yaptıkları hakkında ufak bir bilgi olarak; alçı üzerine kök boya kullanılarak çizilmiştir (fresk sanatı). Daha aşağısında ise Pürenli Seki kilisesi bulunmaktadır. Bu kiliseye rehberimizin anlattığı rivayete göre belli bir kapısı olmadığı için ağaçlar yardımıyla girilip çıkılırmış.

İkinci durağımız ise yeraltı şehirlerinden biri. Bütün gezi boyunca beni en çok etkilemiş ve zorlamış yer olduğunu söyleyebilirim. Yeraltı şehri her ne kadar merak edilse de birçok kişinin cesaret edip giremediği bir alandır. Bunun sebebi de yer yer girilen yerlerin ancak emekleyerek gidilebilecek kadar dar olmasıdır. Mesela önden gidiyorsunuz ve bir anda daraldınız, çıkamazsınız çünkü arkanızda aynı daracık tünelde ilerleyen 40 kişi daha var. Bu yüzden panik atak, klostrofobi, astım ve kalp rahatsızlığı olan insanların girmesi kesinlikle yasak. 20 kişilik bir grupsak sadece 5 kişi katıldı diyebilirim. Bu kişilerden biri de tabi ki bendim. Onca yol geldikten sonra buraya girememek yazık olurdu.
 
Yeraltına girdiğimde düşündüğüm gibi soğuk ve boğuk bi hava vardı. Benim gibi uzun boylu birisi için ise birazcık zulüm gibiydi. İnsanların eğilerek geçebildiği yerlerden ben sürünerek geçmek zorunda kalıyordum desem abartmış olmam sanırım.

Bu muhteşem yeraltı şehri ve benim gezemedeğim daha niceleri hakkında öğrendiklerimi aktaracak olursam; toplam 25.000 km² alan kaplayan Kapadokya bölgesinde tüm köylerinin ve kasabalarının altında oyulmuş yerleşim yerleri olduğunu düşünürsek, belki de tahminden daha fazla yeraltı şehri bulunuyor. Ve bölgenin jeolojik yapısına özel böylesine bir yeraltı ağına da dünyanın hiçbir yerinde rastlanmıyor.

Kapadokya yeraltı şehirleri volkanik tüflü arazide kayaların aşağı doğru oyulmasıyla inşa edilmiş. Hiçbir teknolojinin olmadığı eski dönemlerde, böylesine büyük yerleşim alanların yaratıldığı derinliklere insanların hangi aletleri kullanarak indikleri henüz bilinmiyor.

Peki, Yeraltı Şehirleri Neden Yapıldı?

Kapadokya binlerce yıllık geçmişinde sıklıkla saldırılara ve akınlara maruz kaldığından, hemen hemen her evin altında tehlike anında gizlenilebilecek odalar ile gizli geçitler bulunuyor. Bu da yer üstündeki köy yerleşimlerini yer altına taşıyarak yeraltı köyleri, köyleri birbirine bağlayan tünellerle de yeraltı şehirleri oluşturmuş. Binlerce insanının hiç dışarı çıkmadan uzun bir süre barınmasını sağlayan erzak depoları, su kuyuları, kesintisiz havalandırma sağlayan bacalar, tuvaletler, ibadethaneler...

3. durağımız, tam olarak ne ad versem yetersiz kalacağını düşündüğüm bir yerdi. Elinden her iş gelen bir ustanın mekanıydı burası.

Chez Ali adlı bu ustamızın diksiyonu ve tarihi bilgisi o kadar güzeldi ki dinlerken hayran kalmamak mümkün değildi. Kendisi Hitit Güneşi adı verilen ve Türkiye’ de hatta dünyada sadece 4 ustanın yapabildiği bir heykeli yapmıştır. Yani 4 büyük ustadan birinin karşımızda oturup anlattıklarını dinlemek orada benimle birlikte bulunan herkes için büyüleyici bi deneyimdi.

Ali usta önümüzde çömleklerden bir gösteri yapmayı da es geçmedi. Bu gösteriden annem de dahil olmak üzere diğer insancıklarda etkilenmiş olacak ki bütün paralarını buradaki ürünlere yatırdılar. Otobüse bindiğimizde ise kimse cebinde 5 kuruş kalmadığından yakınıyordu. Haksız olduklarını da söyleyemem. Böyle bir emeğin karşılığı ucuza gitmemeli zaten.


Son olarak 2. günümüzü tamamen peri bacalarını gezmeye adadık. 1 saat veya 2 saate olacak iş değildi çünkü.



Sıcak hava balonlarını da izledik. Maalesef sadece izlemekle yetindik biz yerli turistler. 160 dolar kişi başı ücret verebilen de olmadı zaten.


Sabahın 4.30'unda balonları görmek için yatağımızı terk ettiğimizden olsa gerek herkes hem gergin hem de pek bir sinirliydi ama Peribacalarını en üstünden görecek şekilde bir tepeye çıkarıldığımızda havanın dondurucu derecede soğuk olması bile bizi engellemedi. Eline kahvesini kapan kıpkırmızı burnuyla 1 saat boyunca dolaştı. Hatta şuan bunları yazarken bile hapşırıyorum. Karasal iklimin soğuğu bir başka oluyormuş

Özetlemem gerekirse; burada yazamayacağım kadar şey yaşandı. Annemin atv sürerken bi anda gaza gelip arkadaşını sollarken arkadaşının can havliyle kendini korkudan tarlaya atması mı desem yoksa otel odasında ağlaya ağlaya yetiştirmeye çalıştığım ingilizce performansını mı desem... ne dersem diyim untutamayacağım bir gezi olduğu kesindi.


Yorumlar